-
1 çok
мно́го о́чень* * *1. озвонч. -ğu1) мно́гоbu ev için çok para istediler — они́ запроси́ли за э́тот дом больши́е де́ньги
2) о́ченьçok az — о́чень ма́ло
çok büyük — о́чень большо́й
çok övmek — о́чень хвали́ть, расхва́ливать
3) до́лгоçok beklemek — до́лго ждать
bu hasta çok varmaz ölür — э́тот больно́й до́лго не протя́нет, умрёт
4) бо́льше, чем...2. озвонч. -ğufaydadan çok zararı dokunur — от него́ бо́льше вреда́, чем по́льзы
с именами на...li,...lik мно́го...çok kişilik — многоме́стный
çok manalı — многозначи́тельный
çok yanlı — многосторо́нний
çok yıllık — многоле́тний тж. бот.
••- çok gelmek - artık çok oluyorsun!çoğu zarar, azı karar — погов. лу́чше ме́ньше, да лу́чше
- Allaha çok şükür!
- az çok
- en çok
- çoğu gitti azı kaldı -
2 çok
(çoğu)1) мно́го- dan çok daha — гора́здо; бо́лее; значи́тельно
çok daha mühim — гора́здо серьёзнее; гора́здо важне́е
çok defa(lar) — мно́го раз, [о́чень] ча́сто; бо́льшей ча́стью, ча́ще всего́
çok gelirli — дохо́дный, име́ющий (получа́ющий) больши́е дохо́ды
çok kazanç sağlamak — обеспе́чивать (дава́ть) большу́ю при́быль
çok yağışlı — с оби́льными дождя́ми
çok kere(ler), çok sefer = çok defa(lar) —
bugün işimiz çok — сего́дня у нас мно́го рабо́ты
2) мно́гоçok kişilik — многоме́стный (о самолёте, машине и т. п.)
çok manalı — многозначи́тельный
çok milletli — многонациона́льный
3) о́чень; си́льноçok az — о́чень ма́ло
4) до́лгоçok beklemek — до́лго ждать, зажда́ться
çok çalıştık — а) мы мно́го порабо́тали; б) мы до́лго рабо́тали
çok düşünmeden — недо́лго ду́мая
-
3 warten
warten ['vartən]I vi beklemek;auf etw/jdn \warten bir şeyi/kimseyi beklemek;warte mal! bekle bir!;etw lässt lange auf sich \warten bir şey çok bekletiyor;worauf wartest du? neyi bekliyorsun?;auf dich habe ich gerade noch gewartet ( iron) bir sen eksiktin;da kannst du lange \warten! ( fam) bekle yârin köşesini!, daha çok beklersin!;na, warte! ( fam) bekle, görürsün! -
4 warten
warten1 v/i <h> ( auf A -i) beklemek;darauf warten, dass jemand etwas tut b-nin bş-i yapmasını beklemek;jemanden warten lassen b-ni bekletmek;lange auf sich warten lassen çok bekletmek, gecikmek;na, warte! bekle görürsün!warten2 v/t <h> TECH -in bakımını yapmak -
5 как
nasıl* * *1) нареч. nasıl; neкак пройти́ на у́лицу Го́рького? — Gorki caddesine nereden gidilir?
как (чу́вствует себя́) больно́й? — hasta nasıl?
как пожива́ешь / дела́? — ne âlemdesin?
как (мне) не по́мнить! — hatırlamaz olur muyum hiç!
как тут не вспо́мнить... — gel(in) de... hatırlama(yın)
ну как тут не вспо́мнишь пре́жнего дире́ктора! — eski müdürü gel de arama!
ты рад? - как не ра́доваться?! — sevindin mi? - Sevinilmez mi?
как же по́сле э́того (мне) не зли́ться? — bundan sonra nasıl kızmam?
он поступа́ет (так), как вели́т со́весть — vicdanı ne emrediyorsa onu yapıyor
как бы мне побыстре́е зако́нчить э́ту рабо́ту — ne yapsam da şu işi bir an önce bitirsem
не зна́ю, как ты, а я... — seni bilmem ama ben...
2) нареч. ne (kadar)как стра́нно! — ne tuhaf!
как тру́дно бы́ло ждать! — ne zordu beklemek!
как мне хо́чется повида́ть его́! — onu görmeyi ne kadar isterim!
как мно́го он зна́ет! — ne çok şey biliyormuş!
а ведь как она́ его́ люби́ла! — oysa, ne severdi onu!
знал бы ты, как он волнова́лся! — ne heyecan içindeydi, bilsen!
ви́дели бы вы то́лько, как она́ испуга́лась! — ne kadar korktuğunu bir görseniz!
как я бу́ду сча́стлив, е́сли он сде́ржит своё сло́во! — sözünü tutarsa ne mutlu bana!
3) частица nasılкак! Ты ещё здесь / не уе́хал?! — nasıl? Sen hâlâ gitmedin mi?!
она́ как закричи́т! — bağırıvermesin mi?; birden bağırmasın mı?
4) союз gibi; kadarбе́лый как снег — kar gibi beyaz
бесшу́мно, как тень — gölge sessizliğiyle
он ну́жен нам как во́здух — ona hava kadar muhtacız
он э́того бои́тся как сме́рти — bundan, ölümden korkar gibi korkuyor
таки́е, как ты — senin gibiler
он не тако́й терпели́вый, как ты — senin kadar sabırlı değildir, sendeki sabır onda yok
то́чно так же, как и (его́) оте́ц — tıpkı babası gibi
как бы извиня́ясь — af diler gibi
ко́мната как ко́мната — alelade / bildiğimiz bir oda
де́лай / поступа́й, как я — yaptığım gibi yap / davran, ben nasıl yaptımsa sen de öyle yap / davran
в строи́тельных дела́х он разбира́лся, как хоро́ший инжене́р — yapı işlerinden iyi bir mühendis kadar anlardı
5) союз (в качестве кого-чего-л.) olarak, diyeмне его́ предста́вили как худо́жника — bana onu ressam diye tanıttılar
6) союз ( в составе вводных групп) gibiкак ста́ло изве́стно — öğrenildiğine göre; öğrenildiği gibi
мост, постро́енный, как предполага́ют, в пя́том ве́ке,... — beşinci yüzyılda kurulduğu sanılan köprü
7) союз ( когда)...dığı zaman / sırada,...dıkta; iken;...ır...maz,...dı mı ( как только);...dıktan sonra (после того, как); (her)...dıkça ( всякий раз как);...alı ( с тех пор как);...madan (önce) ( перед тем как); oysa ( между тем как)задо́лго до того́, как стемне́ло — karanlık basmadan çok önce
с того́ дня, как он прие́хал — geldiği günden beri
не прошло́ и неде́ли, как... — aradan bir hafta geçmemişti ki...
как поду́маю об э́той ава́рии,... — ben o kazayı düşündükçe...
вот уж бо́льше го́да, как... — bir yıldan fazla bir süredir...
вот уж мно́го лет, как... — yıllar var ki...
э́то не что ино́е, как... — bu...dan başka bir şey değildi
ина́че, как изме́ной, э́то не назовёшь — buna ihanetten başka isim verilemez
кому́ же им помо́чь, как не тебе́? — onlara sen yardım etmesen kim etsin?
ну кому́ ж пла́кать, как не мне! — ben ağlamayayım da kim ağlasın?
я ви́дел как он сел в авто́бус — otobüse bindiğini gördüm
••как бу́дто —...mış gibi;...mış ( кажется)
как оди́н (челове́к) — tek adammışçasına
как раз наоборо́т — tam tersine
э́ти сапоги́ мне как раз — bu çizme ayağıma tam / tastamam geliyor
не зна́ю, как вы, а я... — sizi bilmem ama ben...
что, никаки́х весте́й нет? - Как не быть, есть! — haber yok muymuş? - Var ya, olmaz olur mu?
как он ни сопротивля́лся — her ne kadar direndiyse de
как бы он ни сопротивля́лся — ne kadar direnirse dirensin
как мо́жно быстре́е — bir an önce, mümkün olduğu kadar çabuk
э́тот, как его́... — şey, neydi adı...
-
6 versprechen
versprechen*I vt1) vadetmek, söz vermek;viel \versprechend çok şey vadeden, umut verici;ich kann dir nichts \versprechen sana hiçbir vaatte bulunamam;das Wetter verspricht heute gut zu werden bugün hava iyi olacağa benziyor2) sich dat etwas \versprechen ( sich erhoffen) bir şey ummak ( von -den); ( erwarten) bir şey beklemek ( von -den);ich verspreche mir viel davon bundan çok şey bekliyorum;ich verspreche mir viel/nichts davon bundan hiçbir şey beklemiyorumII vrsich \versprechen ( falsch aussprechen) dil sürçmek -
7 приходиться
несов.; сов. - прийти́сь1) tam gelmekсапоги́ пришли́сь мне впо́ру / по ноге́ — çizme ayağıma tam geldi
2) (совпадать с чем-л.) düşmek, raslamakпра́здник пришелся на воскресе́нье — bayram pazara düştü
3) безл. ( быть необходимым) gerekmek; zorunda kalmak / olmakпришло́сь до́лго ждать — uzun bir süre beklemek gerekti
мне пришло́сь верну́ться — geri dönmek zorunda kaldım
тогда́ бы тебе́ не пришло́сь е́здить в го́род — o zaman kente gitmene gerek kalmazdı
4) безл. ( случаться)...dığı olmakтебе́ приходи́лось там быва́ть? — oraya gittiğin oldu mu?
вам тру́дно придётся — sıkıntı / güçlük çekeceksiniz
мне ча́сто приходи́лось ждать по ча́су — bir saat beklediğim çok olmuştu
5) безл. ( доставаться) düşmekна одного́ преподава́теля прихо́дится два́дцать ученико́в — bir öğretmene yirmi öğrenci düşüyor
тогда́ уж пришло́сь удивля́ться нам — o zaman şaşırmak sırası bize geldi
6) тк. несов. ( причитаться) alacağı olmakвам прихо́дится с него́ пять рубле́й — ondan beş ruble alacağınız var
ско́лько с меня́ прихо́дится? — ne kadar vereceğim?
7) тк. несов. ( быть в родстве) olmakкем ты ему́ прихо́дишься? — sen nesi oluyorsun?
••уда́р прише́лся ему́ в го́лову — vuruş başına isabet etti
ребя́та игра́ют, где придётся — çocuklar nerede yer bulursa orada oynuyorlar
-
8 dread
adj. berbat, iğrenç, kötü————————n. korku, dehşet, korkulan şey, ürkütücü şey————————v. korkmak, ödü kopmak, ürkmek; korkuyla beklemek; çekinmek* * *1. kork (v.) 2. korku (n.) 3. korkuyla bekle (v.) 4. dehşet (n.)* * *[dred] 1. noun(great fear: She lives in dread of her child being drowned in the canal; His voice was husky with dread.) dehşet, büyük korku2. verb(to fear greatly: We were dreading his arrival.) çok korkmak, ödü patlamak- dreadful- dreadfulness
- dreadfully -
9 itch
n. kaşıntı, kaşınma, uyuz, can atma, heves————————v. kaşınmak, kaşındırmak, çok istemek, can atmak* * *1. kaşın (v.) 2. kaşıntı (n.)* * *[i ] 1. noun(an irritating feeling in the skin that makes one want to scratch: He had an itch in the middle of his back and could not scratch it easily.) kaşınma; kaşıntı2. verb1) (to have an itch: Some plants can cause the skin to itch.) kaşın(dır)mak2) (to have a strong desire (for something, or to be something): I was itching to slap the child.) şiddetle istemek, dört gözle beklemek•- itchy- itchiness -
10 Anforderung
Anforderung f <Anforderung; Anforderungen> isteme, talep;auf Anforderung talep üzerine;Anforderungen pl istenen(ler), beklenen(ler), -in gereği sg;hohe Anforderungen stellen (an A -den) çok şey beklemek, -e çıtayı yüksek tutmak -
11 darauf
am Tag darauf ertesi gün;zwei Jahre darauf iki yıl sonra;darauf stolz sein -den gurur duymak;sich darauf freuen -i (sevinçle) beklemek;sie ging direkt darauf zu o tam -e doğru yürüdü;bald darauf (bunun üstünden) çok geçmeden, bir süre sonra;darauf wollen wir trinken! bunun şerefine içelim! -
12 überfordern
überfordern v/t <o -ge-, h> Kräfte, Geduld -e fazla yüklenmek, -i fazla zorlamak;jemanden überfordern b-nden çok şey beklemek -
13 versprechen
versprechen <unreg, o -ge-, h>1. v/t söz vermek, vaadetmek;2. v/r: sich versprechen -in dili sürçmek -
14 zumuten
zumuten v/t <-ge-, h>: jemandem etwas zumuten b-nden bş-i beklemek;sich (D) zu viel zumuten kendine aşırı yüklenmek, kendine çok güvenmek -
15 bekletmek
-
16 Stück
Stück <-(e) s, -e> [ʃtʏk] ntsechs \Stück Eier altı tane yumurta;drei Euro das \Stück tanesi üç euro;\Stück Land toprak parçası;ein \Stück spazieren gehen bir parça yürümek;das ist ein starkes \Stück! ( fam) buna utanmazlık derler!2) ( Teil) parça;\Stück für \Stück parça parça, tane tane;etw in \Stücke schlagen bir şeyi paramparça etmek;große \Stücke auf jdn halten ( fam) birinden çok şeyler beklemek;ein schweres \Stück Arbeit ağır bir iş;aus freien \Stücken kendi isteğiyle, isteyerek, gönüllü olarak3) (Theater\Stück) oyun; (Musik\Stück) parçadu gemeines \Stück! alçak! -
17 yol
"1. road; path; way; passage; course; route; channel; conduit. 2. rate of speed, speed (of a ship). 3. style; manner. 4. way of behaving. 5. method, system. 6. means, way; solution. 7. purpose, end (used in either the locative or the dative): Bu yolda çok emek harcadık. We´ve expended a lot of effort on this. Vatan yoluna savaştılar. They fought for the sake of the fatherland. 8. stripe (in cloth). 9. time: Bir yol bize geldi. He came to see us once. -unda 1. for the sake of. 2. in good order, going as it should, going well, fine. 3. in the style of, in the manner of. -uyla 1. by way of, via. 2. by means of, by, through. 3. in a suitable manner. - açmak /a/ to pave the way for. -unuz açık olsun! Have a good trip!/Bon voyage! - ağzı mouth of a road, junction. - almak to proceed, move forward. -u almak to reach the end of one´s journey. - aramak to look for a way (to solve a problem). - ayrımı fork in a road. - azığı food for a journey. -una bakmak/-unu beklemek /ın/ to await the arrival of, expect (someone who´s traveling a long way). - boyunca 1. throughout the journey; all the way: Yol boyunca durmadan konuştu. He talked incessantly all the way. 2. beside the road, along the road. -unu bulmak /ın/ to find the way to do (something), find the way to get (something) done. -a çıkarmak /ı/ to see (someone) off (on a journey). -a çıkmak to set off (on a journey). (aynı, bir) -a çıkmak (for one thing) to lead to the same result (as another). -dan çıkmak 1. (for a train) to be derailed; (for a car, etc.) to go off the road. 2. (for someone) to go astray, depart from the straight and narrow. -una çıkmak /ın/ 1. to meet (someone, something) by chance. 2. to go to meet (a traveler). -a düşmek to set off (on a journey). -lara düşmek to go out and wander far and near/wide (in search of someone, something). -u düşmek 1. /a/ to happen on, chance on, happen to pass (a place). 2. /ın/ (for the right moment for something) to be at hand. (...) -una düşmek to set out for (a place). -a düzülmek to set off (on a journey). - erkân the right way to do (something). - erkân bilmek to know how to behave properly. - etmek /ı/ to go to (a place) very often. -a gelmek to come round (to another´s point of view); to see reason; to straighten up and do as one is supposed to do. -a getirmek /ı/ to bring (someone) round (to another´s point of view); to make (someone) see reason; to make (someone) straighten up and do as he is supposed to do. -una girmek (for something) to begin to go well. -a gitmek to set off (on a journey). - görünmek /a/ to sense that the time has come for (one) to pack up one´s traps and leave. - göstermek /a/ 1. to show (someone) how to get to a place. 2. to show (someone) how to solve something. 3. to guide (someone). - halısı runner (rug used to carpet a hall or staircase). - harcı travel allowance. - iz bilmek to know how to behave oneself properly. -dan/-undan kalmak to be prevented from setting out on a journey. -larda kalmak to be delayed on the road. -u kapamak to block the road. -unu kaybetmek to lose one´s way. - kesmek naut. to slow down, reduce speed. -unu kesmek /ın/ 1. to stop, waylay (someone). 2. to waylay (someone) (in order to rob him). -una koymak /ı/ to set/put (a matter) to rights. -a koyulmak to set off (on a journey). - parası 1. travel allowance. 2. road tax, tax which goes towards the upkeep of roads. -a revan olmak to set off (on a journey). -unu sapıtmak (for someone) to go astray, depart from the straight and narrow. - sormakla bulunur. proverb You learn how to do something properly by asking those who know how to do it. -unu şaşırmak 1. to take a/the wrong turning, be on the wrong road. 2. not to know which road to take. 3. to go astray, depart from the straight and narrow. - tepmek to walk a long way. (...) - tutmak to begin to live in (a certain) way; to live in (a certain) way. -u tutmak (for police, etc.) to take control of a road; to blockade a ro
См. также в других словарях:
dört gözle beklemek (veya bakmak) — çok isteyerek veya özleyerek beklemek Terekesini paylaşmak için dört gözle ölümünü beklemekteydiler. Y. K. Karaosmanoğlu … Çağatay Osmanlı Sözlük
uçan kuştan medet ummak — çok sıkıntıda kalıp en ufak bir yardımın herhangi bir yerden gelmesini beklemek, sıkıntılı bir durumdan kurtulmak için her türlü çareye başvurmak O birkaç gün içinde uçan kuştan medet umdum. R. N. Güntekin … Çağatay Osmanlı Sözlük
nefes — is., Ar. nefes 1) Soluk 2) Şifa amacıyla hastaya okunan dua 3) Sigara, pipo içilirken içe çekilen duman Sigarasını efkârlı olduğu zamanlar yaptığı gibi sık nefeslerle çabuk çabuk içiyordu. H. Taner 4) mec. Canlılık, hayat belirtisi Bir insan daha … Çağatay Osmanlı Sözlük
durmak — nsz, ur 1) Hareketsiz durumda olmak Motorlu su taşıtlarından biri de kanal rıhtımının tam bizim önümüze düşen bir noktasında demir atmış duruyordu. Y. K. Karaosmanoğlu 2) İşlemez olmak, çalışmamak Bileğimdeki saat durmuş. A. Gündüz 3) Bir yerde… … Çağatay Osmanlı Sözlük
kalkmak — nsz, ar 1) Gitmek üzere yerinden ayrılmak Niye kalktınız, biraz daha otursaydınız. 2) den Oturma durumundan dik duruma gelmek, doğrulmak Annem yerinden kalktı, yanıma geldi, bir kolunu uzatarak omzuna doladı. H. Z. Uşaklıgil 3) den Uyanarak… … Çağatay Osmanlı Sözlük
koşulmak — nsz 1) Koşmak (II) işi yapılmak Manda ve öküz koşulmuş yük arabalarının seyrekleşmesini beklemek lazımdı. R. H. Karay 2) e Sürülmek, gönderilmek 3) Herhangi biri koşmak (I) Bu işin arkasından çok koşuldu … Çağatay Osmanlı Sözlük
ölümün soluğunu ensesinde duymak (veya hissetmek) — her an öleceğini beklemek, ölüm korkusu ile dolu olmak Yüz yaşından daha çok insan ne kadar yaşar ki ölümün soluğunu ensemde duyuyorum. Y. Kemal … Çağatay Osmanlı Sözlük